(Erken yaşta “Otizm” denen şeyi nasıl yeneriz?)
Otizm dedikleri şey, nörolojik “hastalıklar” arasında tasnif edilmiş durumda. Psikiyatristler ilgileniyor daha çok. Bu iki uzman grubu elbirliğiyle konuyu yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Nörolojik bir problem diyorlar, hiçbir fizyolojik/nörolojik/biyolojik sebebini gösteremiyorlar, bulamadılar, ama buna rağmen fizyolojik bakıştan uzak durmuyorlar. İlacın yeri yok diyorlar, eğer herhangi bir ilerleme sağlanacaksa bu eğitim yoluyla olur diyorlar, ama yine de sürekli ilaç verip duruyorlar. Bilhassa ailenin kontrol etmekte zorlandığı durumlarda hemen yatıştırıcı ilaçları dayıyorlar.
Bunlar olurken –bu yanlışlıklar komedyası sürerken-, son yirmi yılda çok umut vaat eden psiko-sosyal yaklaşımlar hayat buluyor. Bunlardan birini, Son-Rise yaklaşımını bu yazı serisinin ilkinde konu ettim. Bu yaklaşımların çoğunun ortak noktası, neredeyse tüm günü kapsayan yoğun uygulamalar olması. Çocukla bire bir çalışmaya, oyuna ağırlık vermeye, adım adım çocuğun iletişim gücünü ve bir şeyler yapma becerisini arttırmaya yönelik çalışmalar bunlar. Fakat iki konuda eksiklikleri var: 1) Ebeveyn-çocuk ilişkisini ele almıyorlar, ebeveynlerin psikolojik durumlarıyla kimi zaman ilgilenseler de tam anlamıyla buna eğilmiyorlar. 2) Otizm denen şeyin neden ve nasıl oluştuğuna dair net bir şey söylemiyorlar, söyleyemiyorlar, bu konuya girmek istemiyorlar. Buna girmeyince de çözüme yönelik uygulamaları tam anlam kazanamıyor, etkili ve yaygın uygulamalara dönüşemiyor.
Neden ve nasıl?
Bir zamanlar, ellili altmışlı yıllarda, “buzdolabı anneler” diye bir şey öne sürülmüştü. Annenin çocukla temel bağlanmayı oluşturamadığı, çocuğu duygusal yoksunluk içinde bıraktığı yönünde bir açıklamaydı bu. Duygusal yoksunluk içinde kalan çocuk içe kapanıyor ve duygusal-sosyal gelişimi ciddi biçimde sekteye uğruyordu bu görüşe göre. Tabii bu görüş ebeveynlerin, annelerin çok tepkisini çekti. Akademik dünyada genetikçilerin hakimiyeti başlayınca da gündemden düştü.
Sonraki yıllarda da otizm denen şeyin neden ve nasıl oluştuğuna dair, çocuğun yetiştiği ortama yönelik, ebeveyn-çocuk ilişkisine yönelik hiçbir açıklama görülmedi. Genetik iddialar, evet kanıtsız iddialar her yeri kapladı.
Oysa buzdolabı anneler açıklaması, bazı eksiklikleri olmakla birlikte doğru yere bakıyordu: Ebeveyn-çocuk ilişkisine. O ilişkinin nasıl kurulduğuna.
Şimdi benim yaptığım da tam bu. Çocuktan önce anneye-babaya, çocuğun durumundan önce annenin-babanın çocuğuyla neler yaptığına, nasıl ilişki kurduğuna, farkında olmadan nelere yol açtığına bakıyorum. Çocuğun neler yaşayıp da bu noktaya geldiğini, çocuğun hangi etkiler sonucu bu gelişim problemini yaşamaya başladığını soruyorum.
Böyle bakınca da, pasif irade tanımının başka biri tarafından bulunmasının mümkün olmadığını, ya da tersten değil de düz tarafından yazarsam, pasif irade tanımını neden benim bulduğumu anlayabilirsiniz.
Pasif irade, çocuğun yarattığı bir durum değildir. Ebeveynlerin, çoğu zaman farkında olmadan yol açtıkları bir durumdur.
Çok basit söyleyeyim mi: bir çocuk, ona bardakla su uzattığınızda ağzını açıp içirmenizi bekliyorsa, işte pasif irade karşınızdadır.
Peki bir çocuk bardağı alıp suyu içmek yerine ağzını açıp içirmenizi neden bekler? Cevabı tahmin edemeyen var mı: aman bardağı tutamaz, aman bardağı düşürür diye, veya sadece daha küçük yapamaz diye siz içirdiğiniz ve buna ALIŞTIRDIĞINIZ için.
Dile bakalım şimdi de. Dil İŞLEVSELDİR, bir ARAÇTIR. En başta ihtiyaçlarını karşılamak için bir araçtır. Su istiyorsanız söylemeniz lazım. Suyu gösterirseniz veya elinizle su içme hareketini yaparsanız, karşınızdaki su istediğinizi anlar mı? Evet anlar. Peki karşınızdaki kişi siz konuşmadan ihtiyacınızı anlarsa, konuşmak için zahmete girer misiniz, konuşur musunuz? Hayır.
Gereklilik yoksa gelişim yok
İnsan gelişimi ihtiyaç oluştuğunda, zorunluluk halinde ortaya çıkar. Eğer kendinizi geliştirmeniz için hiçbir gereklilik yoksa, gelişmezsiniz.
Otizm teşhisi konan çocuklar da, GELİŞİM GECİKMESİ içindeler. Kaç yaşına kadar? Benim tecrübelerim beş yaşına kadar diyor. Dört yaşın üzerindeki çocuklarla ve aileleriyle çalışmayı tercih etmiyorum. O yaştan sonra artık gecikme değil GELİŞİM GERİLİĞİ ortaya çıkıyor. Gelişim gecikmesi, gelişim tembelliği olarak da görülebilir. Pasif irade zaten bu gelişim tembelliğinin bir başka açıklaması da denebilir.
Şimdi dönelim ebeveynin bu durumu nasıl yarattığına. Buzdolabı anneler, bilemiyorum II. Dünya Savaşı sonrası çocuk doğuran annelerde baskın olarak vardı belki. Bunu bilemem, ama bugünün annelerini biliyorum, bilebilirim: temel bağlanmayı oluşturamıyorlar çocuklarıyla. Bu vurgu buzdolabı anneler tanımını yapanların da vurgusuydu. Fakat ben buzdolabı anneler yerine, abartılı bir koruyucu tavırla çocuğa yönelen, çocuğun sürekli kendisine yapışmasına izin veren, sırnaşmasına itiraz etmeyen, yerli yersiz çocuğunu öpen şımartan anneleri görüyorum. Bir yandan da, çocuğunu ihmal eden, birden fazla çocuğu varsa, çocuğu televizyonla oyalayan, kimi zaman kaç çocuğu olursa olsun kendi keyif aldığı şeylere vakit ayıran, ama bunun ardından da ilginç bir suçluluk duygusuyla çocuğuna ekstra şeyler sunan, fakat bu ekstra şeylerle çocuğu daha da tembellik içine iten anneler görüyorum.
Bir keresinde iki yaşındaki çocuğunu getiren genç bir anne, anne olmadan önce o kadar rahat bir hayata alıştırmıştı ki kendini, her akşam ya da istediği zaman istediği yerde “takılmaya” o kadar alışmıştı ki, çocuğu olduktan sonra bu alışkanlıklarından vazgeçmek istemiyordu. Şöyle konuştuğunu hatırlıyorum: “çocuk, insanın hayatını böyle değiştirir mi, eskiden yaptığım şeyleri yapamıyorum, çıldıracağım”. Oysa yapıyordu, kafasına göre takılmaya devam ediyordu ve çocuğunu ihmal ediyordu. Çocukla birlikteyken de, anneliğini gösterecek ya, çocuğun her isteğini yerine getiriyordu.
Pasif irade üç durumda daha kuvvetle ortaya çıkıyor: 1) Duygusal bağlanmanın olmadığı, buzdolabı anneler tanımına yakın tavrın öne çıktığı durumlar. İhmalin de öne çıktığı durumlar diyebiliriz. 2) Çocuğa abartılı koruyuculuğun, abartılı ilginin olduğu, çocuğun her isteğinin karşılandığı durumlar. 3) İhmal ile ihmali telafi etmek üzere ekstra imkanların sağlanmaya çalışıldığı ikili durumlar. En tehlikelisi de bu üçüncü durum.
Uzadı biraz, burada ara vereyim… Bu Pasif İrade konusu yazı dizisi olarak devam edeceğe benziyor… İlk fırsatta devam edeceğim…
Not: Baştaki fotoğraf küçükken otizm teşhisi konan ve hiçbir zaman normal gelişim çizgisine ulaşamaz denen, fakat annesi ve babasının deneye yanıla buldukları yaklaşımla oradan çıkan, Brown Üniversitesi gibi çok zor bir üniversiteyi bitiren ve daha sonra anne-babasının kurduğu Son-Rise merkezinde yöneticilik yapan gencin bir otizm teşhisi konmuş çocukla çalışmasına ait.
Sayfamızı Paylaşın
|
Sayfa Yorumları
Yorum Bırakın