On yaşındayım. Mersin'in Gözne yaylası. Anamın, Fatma ninemin zoruyla camide yazın açılan Kuran kursuna gidiyorum. Henüz ikinci gün bir daha gitmemek üzere kaçıyorum. Bu hoca kör cahil yahu!
(Fatma ninemin "nur yüzünü", anlamını bilmediği duaları mırıl mırıl okumasını, hele sabahleyin taze taze topladığı kabak çiçeklerinden yaptığı çiçek dolmasını çok özlüyorum. Nur içinde yat e mi!)
Üstün Öngel /İngiltere ‘94
"Tanrım ne iyisin (God is so good)
Tanrım ne iyisin (God is so good)
Mucizelerine akıl sır ermez (He reaches far beyond comprehension)
Muhteşem bir kuvvet, bitmeyen güç (Magnificient strength and unending power)
Tanrım ne iyisin (God is so good)"
Bu sözler, hafta sonu komşum Richard'ın bas gitarı ile eşlik ettiği kilise korosunun söylediği şarkılardan birinin sözleri.
Geçen gün laflarken bizim Richard bas gitar çaldığından söz etti ve bilhassa 'funky' müzikten çok hoşlandığını, "Level 42"nun çılgın bas gitar ağırlıklı 'sound'unu kendine yakın bulduğunu ve bu arada bir kilise korosuna eşlik eden gruba haftada birkaç gün bas gitarıyla katıldığını söyledi. Arzu edersem bir gün kendilerini dinlemeye gidebilirdim. 'Neden olmasın' dedim. Ne de olsa funky müzikten de, Level 42'dan da hoşlanıyordum. Ama kilisede ne işi vardı funky müziğin?
Efendim, bu henüz çok yeni bir kilise imiş. Adı, 'Hıristiyanlığı Yayma Merkezi' (Christian Outreach Centre). Alt başlıkta da 'İsa'yı Dünyaya Yeniden Tanıtalım' (Reaching Our World for Christ) yazıyor. Bir Avustralyalı adamın Hristiyanlığı değişik yorumlaması ile oluşmus bir yeni kilise. Şimdilik sadece Brighton'da toplanıyorlar; o da bir otelin salonunda. Richard'a 'nedenBrighton?' diye sorduğumda, 'çünkü Tanrı öyle istemiş' şeklinde cevap veriyor.
Neyse uzatmayayım, verdik el ele Biricikim'le, vardık bizim otel salonundan bozma kiliseye. Gittiğimizde şarkılar söylenmeye başlamıştı. Yaklaşık on kişilik bir orkestra, yan tarafta üç dört vokalist. Beyaz bir perdeye sözler yansıtılıyor ve tüm cemaat perdeden takip ederek şarkılara eşlik ediyor. Anlaşılan, şarkı faslı bir tür ısınma: 'Hazırlan/ Tanrının ateşi dua etmeye çağırıyor' (Get ready/ The fire of God is on us to pray). Sonraki şarkıdan ilginç bir dize: 'Asla aynı kalmayacağım' (I'll never be the same again). Burayı çok seviyor müritler. Nihayet sonlara doğru yükselen bir ritm: 'Güç, kutsal ruh, güç ver bize/ İzin ver vücudumu sarsın gücün' (Power, holy ghost, power/ Let it flow, flow through me).
İnsanlarda ilginç bir davranış başlangıcı. Gülmeler. Gülmeler, giderek isterikleşen gülmeler. Birkaç kadın (erkekler daha sakin) gülme krizi sonucu yerlerde. Kimse kimseye karışmıyor. Gülmeleri, ağlamaya dönüşen (benzeyen) haykırışlar takip ediyor. 'Neşe, kutsal ruh, neşe getir bize,' (Joy, holy ghost bring us joy) sesleri ortalığı kaplıyor. Artık Avustralyalı 'rahip' mikrofonda. Saldırgan (Richard karizmatik demişti), sevimsiz, itici, arada isterik gülüşlerin nereden kaynaklandığına cevap oluşturan türden gülmelerle kesilen korkunç bir konuşma. Adam vaaz vermiyor, savaşa davet ediyor: 'Asla teslim olmayacağız' (We will never surrender).
Sonra mikrofona birisini davet ediyor Avustralyalı rahip. Adam, topluluğa tanrının mucizesinden söz ediyor. Homoseksüellikten nasıl kurtulup, mucizevi bir şekilde 'erkekleştiğini', evlendiğini ve üç çocuk sahibi olduğunu anlatıyor: 'Mucize değilse bu, sorarım size başka nedir?' (If this is not a miracle, what else could it be?) Elimdeki broşürde büyük harflerle yazılmış sözcüklere göz atıyorum: 'Mucizelerin Gercekleştiği Yer!...' (Where Miracles Happen!...)
Böylece seans devam ediyor. Bu kadarı bize yeter! Brighton deniz kenarı Biricikim'le beni bekliyor. Denizden gelen yosun kokulu esinti tüm sıkıntımı alıyor. Dalgaların sahilde taşlara çarparak çıkardığı sesler beni bir düşünceden diğerine taşıyor...
**********
1. Devlet tarafından yasal olarak tanınan bu kilise açık bir şekilde faaliyetlerini sürdürüyor. Hatta devlet, topladığı yardım paralarının miktarına göre vergi indirimi sağlıyor bu tür kuruluşlara/kiliselere. Teşvik ediyor yani. Richard'ın dediğine göre, Kilise'nin son yıllarda yeterince aktif olmadığını, topluma katkısının azaldığını bile düşünüyor devlet.
(Devlet elden gitmiyor!)
2. Müritlerin yarıdan fazlası genç. 25-35 yaş arası çoğunlukta. Kucağında bebeğiyle gelen çok. İnsanlar tutunacak bir dal arıyorlar. Benlik üzeri (dışı) bir güç (power) peşindeler sanki. Toplu ibadet (dua) bir tür meditasyon işlevi görüyor.
(Mazfar-Fuat-Özkan, arkamdan sesleniyorlar: 'Yalnızlık ömür boyu...')
3. Bizim Richard 35 yaşında. Üniversiteyi bitirdikten sonra birkaç işte çalışmış, uyum sağlayamamış. "Dikiş tutturamamış" da denebilir. Uyum sağlamak ve "yuppileşmek" için Ford Capri'sini satıp, Ford Escort bile almış (ben hâlâ Capri'mden vazgeçmiyorum). Kilisede 'lider' olmak üzere. 'Mucize'ye çok ihtiyacı var. Bu yeni kilisenin bu ihtiyaçlarına cevap vereceğini düşünüyor.
(Richard'ın gülüşü beni ürkütüyor.)
4. On yaşındayım. Mersin'in Gözne yaylası. Anamın, Fatma ninemin zoruyla camide yazın açılan Kuran kursuna gidiyorum. Henüz ikinci gün bir daha gitmemek üzere kaçıyorum. Bu hoca kör cahil yahu!
(Fatma ninemin "nur yüzünü", anlamını bilmediği duaları mırıl mırıl okumasını, hele sabahleyin taze taze topladığı kabak çiçeklerinden yaptığı çiçek dolmasını çok özlüyorum. Nur içinde yat e mi!)
5. Richard'la laflıyoruz ertesi gün. Uzun uzun anlatıyor. Kim bilir, ilgimi başka türlü değerlendirdi. Arzu edersek tekrar katılabileceğimizi söylüyor toplantıya. Hayır demektense, bir dahaki sefer, 'funky jazz' çalan bir grubu dinlemeye gitmeyi öneriyorum. Neden olmasın diyor.
(Karanlık bir merdivenden, insanların üst üste yığıldığı bir bodruma, 'pub'a dalıyoruz. Bas gitarın çılgın ritmine kendimi kaptırıyorum. Herkesin meditasyonu kendine!)
Sayfamızı Paylaşın
|
Sayfa Yorumları
Yorum Bırakın